Server Yaşam Vakfı

Güncel Haberler

Vakıflar 27.03.2022
Paylaş :

Vakıflar


Abbasî halîfelerinden biri hocasına bir gün sordu: “Hocam gün geçtikçe âhirete yaklaştığımı hissediyorum. Fakat âhirete gidişim hızlandıkça dünyaya rağbet ve bağlılığım daha çok artıyor. Neden böyle oluyor?” Hocası şöyle cevap verdi; “Ey halîfe, hep dünyanı mâmur ettin, âhiretini ise viran eyledin. İnsan mâmur yerden viran yere göçmek ister mi?” diyerek cevapladı.

İşte bu düstur Anadolu halkının geçmişten günümüze getirdiği en temel, karakterini şekillendiren en önemli esastır. Yüzyıllardır genlerine kadar işleyen fedakarlık, diğergamlık, hayır ve hasenat işleme geleneği onun ayrılmaz bir parçası, tanımlayıcı niteliğidir.

Kitabi bir tanımla, bir kimse mülkiyetine sahip olduğu menkul ve gayr-i menkul mallardan bir kısmını veya onların tamamını, Allah’ın rızasını kazanma niyetiyle, halkın herhangi bir ihtiyacını gidermek üzere dinî, hayrî ve içtimaî bir gayeye ilelebet tahsis ederse, malını vakfetmiş, yani bir vakıf müessesesi kurmuş olur ki terekesi olan topraklar üzerinde yaşadığımız Osmanlı devleti bir vakıflar medeniyeti inşa etmiştir. 

“İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olanıdır” hadîs-i şerifini rehber edinen ecdadımız, bu sahada muazzam ve kalıcı eserler meydana getirdiler. Vakıf yoluyla tesîs edilen bu sayısız eserler, muazzam Osmanlı ülkesini bir baştan diğer başa ağ gibi örmüştür. 1530-1540 seneleri arasında yapılan vakıflarla ilgili tahrirlere göre; yalnız Anadolu eyaletinde (şu anda yaşadığımız topraklarda) vakıf yoluyla 45 imâret, 342 câmi, 1055 mescid, 110 medrese, 154 muallimhâne, 1 kalenderhâne, 1 Mevlevîhâne, 2 dâriülhuffâz, 75 büyük han ve kervansaray kuruldu. Bu müesseselerde vazife yapan 121 müderris, 3756 hatîb, imam ve müezzinle 3229 şeyh, şeyhzâde, kayyım, talebe veya mütevellinin iâşe giderleri ve maaşları vakıf gelirlerinden karşılandı.

Bu gelenek o kadar yaygın ve itibar gören bir hal aldı ki rivayete göre: “Osmanlı ülkesinde bir adam vakıf bir evde doğar, vakıf bir beşikte uyur, vakıf mallardan yer ve içer, vakıf kitaplardan okur, vakıf bir mektepte hocalık eder; vakıf idaresinden ücretini alır ve öldüğü zaman kendisi vakıf bir tabuta konur ve vakıf bir mezarlığa gömülürdü. Bu suretle beşerî hayatin bütün icâblarını ve ihtiyaçlarını vakıf mallarla temine pekâlâ imkân vardı."

Benzersiz hizmet sahalarında faaliyet yürüten vakıfların bir kısmının vakfiyelerine göz ucuyla bile bakmak, niyet ve gayelerini açıkça ifadeye kafidir. Mesela Zeyni Hâtûn Vakfîyesi’nde geçen şu ifadeler de konuyu özetlemektedir: “Dönüp durmakta olan bu gaddar felek içinde sahip olunan bütün kudret ve makamların halden hale geçerek değişip durduğu, sürekli olmadığı bilinen bir şeydir. Dünya yurdu son bulma ve zillet yeridir. Sağlık ve hastalık halleri birlikte yürür, sevindirmesini azarlaması takip eder. Şüphesiz, bu dertten halas olan, bir an bile gaflet etmeyerek, sağlığında akıbetini düşünüp, bu dünya tarlasına hayrat tohumunu atan kimsedir.”

"Ölümden ne Süleyman ne de Selim kurtulur!" yazan vakfiyelere hâkim dünya görüşü her birinde hemen hemen aynı sözlerle ifade edilmiştir. Kara Ahmed Paşa Vakfiyesi’nde şöyle yazılmıştır:

“Ne mutlu o kimselere ki Allah’ın kendilerine verdiği her türlü nimetlerin şükrünü edâ ile ihtiyaçtan fazlasını hayır yollarına sarf ederler. Çünkü âhirette insana menfaat verecek yalnız hayır ve hasenattır. Kul, Allah’ın katında yakınlık derecelerine ancak bu suretle nail ve vâsıl olur. Bundan başka hangi iş olursa olsun, saçılmış toz gibi boş ve hiçtir. Allah’ın Resulü de; ‘Senin dünyadan ettiğin istifaden; yiyip tükettiğin, giyip eksilttiğin, tasadduk edip âhiret sermayesi yaptığın şeylerden ibarettir!" buyurmuştur. Hiç şüphe yoktur ki sadakaların en üstünü, iyiliklerin en mükemmeli, bitmez tükenmez olan, hadd ü nihayeti bulunmayan, ardı arkası kesilmeyen ve her gün meyvesi devşirilebilen bir sadakadır. Fânî dünya durdukça durup ve var oldukça var olup hayat ile şartlı olmadığı gibi ölüm ile de kesilmez. Bu tür sadaka, faydası devam üzere olan ve arkası kesilmeyen vakıftır ki vâkıfın adını andırdığı cihetle onun için ikinci hayat olur. Bu vâsıta ile her lisândan o vâkıf hakkında medh ü sena işitilir!’

Osmanlı’da genelde şehirler, vakıf bir külliyenin; mahalleler, vakıf  bir caminin, hamam, çeşme ve benzeri yapıların etrafında kurulmuştur. Bu şekilde yapılan yüzlerce eser sadece ihtiyacı gidermekle kalmamış özellikle Rumeli’de şehirlerin İslâmî veçheye bürünmelerini sağlamıştır. 

Şehirlerimiz 1856 yılına kadar belediye teşkilatından mahrumdu. Yanlış anlaşılmasın, belediyecilik bugün modern şehirleşmenin bir şartı kabul edilse de Osmanlı'da bir yokluğa sebep olmamıştır, ta ki 19.yy’a kadar. Esasında Osmanlı devlet anlayışında belediye hizmetleri halkın kurduğu müesseseler eliyle yürütülürdü. Şimdi ki gibi her hizmet devletten beklenilmez, devlet ve halk ortaklaşa hizmet faaliyetlerini yürütürdü. Hesap soran halk yerine katkı sağlayan, sorumluluk üstlenen bir halk zihniyeti gelişmişti. Bir eksiklik veya aksaklık mı söz konusu, ihtiyacı gören veya görenler giderilmesi için gerekli mercilere başvurmak yerine gerekli girişim ve yatırımı yaparlardı. Maslahat sade devletin değil halkın da sorumluluğundaydı.

Vakfiyeler incelendiğinde, 19.yy’ın ortasından önce su, ulaşım, aydınlatma, temizlik, âsâyiş gibi belediye hizmetlerinin hep vakıflar tarafından gerçekleştirildiği görülür. Su kanalları, su kemerleri, çeşmeler, sebiller, kuyular, hamamlar tamamen vakıf kuruluşlardı. Yani mesela, bir başka alemde gezer gibi dolaştığımız tarihi mahalle ve sokaklarda karşımıza çıkan o mütevazı fakat heybetli eserlerin çoğu devletin, Osmanlı Devleti'nin değil vakar ve şerefine bir o kadar hayran olduğumuz ahalinin marifetidir.

Fakirlerin parasız yıkandıkları hamamlar mevcûttu. Sebillerde buzlu su, hatta şerbet dağıtılırdı. Yol, kaldırım ve köprü yapımını vakıflar sağlıyordu. Bazı hayır sahipleri kurdukları vakıflarla kandilciler tutuyor, yine vakıf geliri ile kandil ve yağ alarak sokakları aydınlatıyorlardı. Sokakların temizlenmesi ve umûmî helalar için vakıflar kurulmuştu. Bekçi ücretleri vakıflardan ödeniyordu. İmâretlerde yoksullara, yolcu ve misafirlere her gün bir veya iki öğün yemek yediriliyordu ve bunları belediyeler değil vakıflar yapıyordu.

Bunlardan başka iskele, deniz feneri, ok ve güreş meydanları, esir ve köle âzâd etmek, fakirlere yakacak temîn etmek, hizmetçilerin efendileri tarafından azarlanmaması için kırdıkları kâse ve kapların yerine yenilerini almak, gazilere at yetiştirmek, ağaç dikmek, borçtan hapse girenlerin borcunu ödemek, dağlara geçitler kurmak, öksüz kızlara çeyiz hazırlamak, borçluların borçlarını ödemek, dul kadınlara ve muhtaçlara yardım etmek, çocukları baharda açık havada gezdirmek, mektep çocuklarına gıda ve yiyecek yardımı yapmak, fakirlerin ve kimsesizlerin cenazesini kaldırmak, bayramlarda çocukları ve kimsesizleri sevindirmek, kalelere, istihkâmlara veya donanmaya yardımda bulunmak, kış aylarında kuşların beslenmesi, hasta ve garip leyleklerin bakımı ve tedavisi gibi pek çok maksada dair vakıflar kurulmuştu ve bunların hepsini halk yapmıştı. 

Din ve ırk farkı gözetmeksizin bütün insanlığın hizmetine tahsis edilmiş olan, insanların bedenî ve ruhî hastalıklarını tedavi etmek gayesiyle kurulmuş vakıf hastaneler, dârüşşifalar ve tımârhaneler de önemli vakıf müesseseleriydi. Bu sağlık kuruluşlarıyla ilgili bazı vakfiyelerde birtakım ilâçların formülleri bildirilmiş, bu formüllere göre yapılan ilâçların hastaların tedavisinde kullanılması istenilmişti.

Sosyal hizmetler yönünden pek önemli olan imâretler ise, seyahatin meşakkati altında yorgun düşen yolcuların istirahatini temîn ederek din ve kültür birliğinin kurulmasını sağlamaktaydı. İmaretler bünyesinde yer alan dârüşşifalar, halkın poliklinik ve hastane hizmetlerini görüyordu. Üstelik bu hizmetler devrin en salahiyetli tıp otoriteleri tarafından parasız olarak yapılırdı. İmarethaneler yüzlerce yetime maaş bağlamak, binlerce fakirin karnını doyurmak, dul kadınları himaye altına almak, yetim ve fakir çocukları okutmak üzere mektepler açmak gibi hizmetlerle ortaya çıkabilecek sosyal patlamaların da önü almış oluyordu.

Bazı kişiler, mirasının vârisleri tarafından çarçur edilmesini istemez; aile vakfı kurarak sonraki nesillerin mağdur olmasını engellemeye çalışırdı. Buna zürrî vakıf denilmekteydi. Bu takdirde kişinin serveti, kıyamete kadar gelecek ailesinin istifadesine tahsis edilmiş olur, olur ya bir vesile ile muhtaç duruma düşen aile fertleri bu vakıflar eliyle sefaletten kurtarılır, kimseye muhtaç olmadan yaşamaları sağlanmış olurdu. Vakfın gelirleri vakfedenin arzuları istikametinde aile mensuplarına dağıtılır. Mesela soyundan gelen evlenmemiş kızlara veya dul kadınlara veya sakatlara veya ilim talebesine veya soyundan gelenlerin hepsine vakfedilirdi.

Malı mülkü tarlasından, bağından bahçesinden ibaret olanlar ise bir vakıf kurmaya güç bulamadılarsa ellerinde olanla müsavi hayırlar yaparlardı. Mesela hasat mevsimi geldiğinde ürünün bir kısmını kaldırır, hasat ederler, bir kısmını ise dalında bırakır ihtiyaç sahiplerinin istifadesine “hayrat” ederlerdi. Arzu edenler gelir, kalan ürünü hasat eder ve alır giderlerdi. Hayrat geleneği geçmişten günümüze kadar gelmiş, Anadolu'nun çeşitli yörelerinde hala yaşatılmaya devam etmektedir.

İslam geleneğinde bir de vakıf insanlar vardır. Bilebildiğimiz ilk vakıf insan Hz. Meryem, annesi Hanne ise vakfedendir. Hz. İsa ise bu vakfın bir ürünüdür. 

Bu zat-ı kiram hayatını ilme, irfana, insan yetiştirmeye, bir ihtiyaç ve hizmetin karşılanmasına adamış kimselerdir. Hayatlarını vakıflaştırmış çoğu sessiz sedasız, mütevazı ömürler sürmüş, rahlelerinden kim bilir kimler geçmiş, kim bilir kimlere maddi manevi  ihsanlarda bulunmuşlardır. Bir kaçına tesadüf etmiş isek de tamamını bilmek ve tanımak imkanından yoksunuz bu tevazu sebebiyle.

Vakıf Medeniyeti, devletlerin yapmadığını veya yapamadığını gerçekleştiren hayırseverlerin oluşturduğu eser ve hizmetler topluluğudur. Bu medeniyet üzerinde yaşadığımız topraklarımızda kurumsallaşmış, dünyaya da yine bizim kanalımızla yayılmıştır. Bugün de vakıflar, yine devletin ilgi duymadığı, özel sektörün kârlı bulmadığı alanlarda ancak toplumsal ehemmiyeti yüksek, tamamlayıcı ve destekleyici alanlarda çalışan kurumlardır. Toplumumuzun sorumluluk bilincini en doğru biçimde ifade edecek eserler bunlardır. 

 

KaynakAkra Media